durduğum yer ve tarih, düşündükçe eğilip bükülüyor. durmadığım zamanlarda da açıkça herşey ya eğrisel, ya da, kırıldığından değil ama, keskin köşeli ilerliyor. doğru’sal bi’ şey yok. bu eğrisellikte veya sivri uçları batarken bacağına, ölçülebilir sınırlar içerisinde zaten dosdoğru ilerlemek imkansız hale geliyor. eğri veya köşeli, zaman mıknatısının insanı kendine çeken kısmı, benlik ve hissiyat olarak da çekim dahilinde. ama zaman makinasını öyle bi ayarlamak lazım ki, iyi hissettiğin yer’e seni itsin.
düz bir çizgi de değil ya, önceyi görüp duruyoruz ama elimizde zamanı mekanı şekillendirebilen imkan var, düşünüp hissetmek yeter: ama acele etmeyelim doğru. yine doğru; mekanı kırıp dökebiliriz köşelerini, aşabiliriz, ama, esnek hareket eden zamana ancak uyabiliyoruz, ona göre şekilleniyoruz hep. böyleyken de, bi yerde mekana sahip olabiliriz ancak zaman da bize sahip oluyor.
zamanın da mekanın da sınırları belli değil işte, bişeyleri ayırt etmek zor.